Plastiğin Tarihçesi, kauçuğun doğada keşfiyle başlayan bir süreci yansıtır. 18.yüzyılda Avrupalı kaşifler, Güney Amerika’daki yerli halkların “kauçuk” adını verdikleri esnek bir madde kullandıklarını gözlemledi. Kauçuk ağacından elde edilen bu malzeme, dönemin bilim insanlarının ilgisini çekti. Daha sonra kauçuğun esnekliği birçok yeni kullanım alanı sundu. Kauçuktan ilham alan kimyagerler, esnek ve dayanıklı sentetik maddeler geliştirmeyi amaçladı. Çok geçmeden bu arayış, plastik materyallerin keşfine öncülük etti.
İlk Sentetik Plastiklerin Doğuşu
19.yüzyılda, doğal kaynaklara dayalı fildişi gibi pahalı ve sınırlı materyallere alternatif arayışlar oluştu. Bu durum kimyagerleri yeni maddeler geliştirmeye yönlendirdi. Bu dönemde, Amerikalı mucit ve kimyager John Wesley Hyatt, sentetik bir malzeme yaratmayı hedefledi. 1869‘da, Hyatt, selülozdan elde edilen ilk sentetik plastiği, selüloiti geliştirdi. Hyatt, selüloz nitratı kamfor ile karıştırarak bu yeni maddeyi üretmeyi başardı. Bu madde, fildişi yerine bilardo topları, düğmeler ve tarak gibi nesnelerde kullanılmaya başladı. Çok geçmeden hızlı bir şekilde popülerlik kazandı. Bu icadı, doğal kaynakları korumak için atılan önemli bir adımı temsil etti.
1907‘de ise Belçika kökenli Amerikalı kimyager Leo Baekeland sahnedeydi. O modern plastiğin geliştirilmesinde yepyeni bir çığır açtı. Baekeland, fenol ve formaldehiti bir araya getirerek yüksek ısıda yeni bir madde olan bakeliti üretti. Bu süreçte, basınç ve sıcaklık kontrolü altında fenol-formaldehit reaksiyonunu düzenledi. Termoplastik özellikler taşıyan bakelit ortaya çıkmış oldu. Bakelit, elektrik yalıtımı gibi birçok endüstriyel alanda hızlı bir şekilde kullanılmaya başlandı. Bu sert, dayanıklı ve ısıya karşı dirençli malzeme, telefonlar, elektrik prizleri ve radyo kasaları gibi cihazlarda yaygın hale geldi. Baekeland’in geliştirdiği bu yeni sentetik malzeme, modern plastik endüstrisinin temelini attı.
Baekeland ve Hyatt’in çalışmaları, plastiğin sanayiye ve gündelik yaşama girişini sağlamış oldu. Plastiğin gelişiminde büyük bir dönüm noktası oluşturdu. Bu buluşlar, plastiğin üretimini ve çeşitliliğini artırmak için yapılan birçok deneyin temelini attı. Kimyagerler, plastiği daha esnek, dayanıklı ve işlevsel hale getirmek için yeni deneyler yapmaya devam etti.
20.Yüzyılda Plastik Devrimi
1930’lar ve 1940’lar, plastiğin hızlı gelişimine tanıklık etti. Kimyagerler, farklı sentetik polimer türlerini geliştirmek için birçok deney gerçekleştirdi. Bu dönemde polietilen, polipropilen, PVC ve naylon gibi plastik türleri ortaya çıktı. Bu süreçte, Eric Fawcett ve Reginald Gibson, 1933 yılında yüksek basınç altında etilen gazını polimerleştirerek polietileni üretmeyi başardılar. Polietilen, kimyagerlerin bu başarılı deneyi sayesinde endüstride büyük bir kullanım alanına sahip oldu. Bu dayanıklı, hafif bir malzeme olarak hızla popüler hale geldi.
1935 yılında, Amerikalı kimyager Wallace Carothers, naylonu geliştirdi. Carothers, bu yeni polimeri ilk kez bir laboratuvar ortamında sentezleyerek ticari olarak üretilmesini sağladı. Naylon, özellikle kadın çorapları ve askeri malzemeler için mükemmel bir seçenek olarak tercih edildi. II.Dünya Savaşı sırasında, naylon, ipek gibi doğal materyallere bir alternatif oldu. Savaş malzemelerinin yanı sıra paraşüt yapımında da kullanıldı.
II.Dünya Savaşı yıllarında plastik üretimi önemli bir ivme kazandı. ABD hükümeti, savaş koşullarının getirdiği malzeme kıtlığı nedeniyle plastiğe büyük yatırımlar yaptı. Savaş sırasında, hem ABD’de hem de Avrupa’da kimyagerler, dayanıklı, esnek ve çeşitli hava şartlarına uyum sağlayan plastik türleri geliştirmek için yoğun çalışmalar yürüttü. Özellikle PVC, boru ve kaplama gibi ürünlerde dayanıklılığı sayesinde hızla tercih edilirken, polipropilen gibi diğer polimerler de sanayi ve askeri alanda kullanılmak üzere geliştirildi.
Savaş sonrası dönemde, plastiklerin sanayi ve tüketici ürünlerinde kullanımı patlama yaşadı. Kimya mühendisleri, plastiğin üretim maliyetini düşürmenin ve daha geniş kullanım alanları yaratmanın yollarını araştırarak, plastiği günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline getirdi. Özellikle kalıplama ve ekstrüzyon teknolojilerindeki ilerlemeler, plastiğin kolayca şekillendirilmesini sağladı. Mutfak eşyalarından otomobil parçalarına kadar her alanda kullanılabilmesine olanak tanıdı. Bu devrim niteliğindeki süreç, kauçuğun bir doğal kaynak olarak kullanımının azalmasına ve plastiğin modern endüstrinin ana hammaddesi olarak yerini sağlamlaştırmasına yol açtı.
Plastiğin Çevresel Etkileri ve Deniz Kirliliği
Plastiğin insan yaşamına getirdiği konfor, zamanla büyük bir çevresel yük yarattı. 1950’lerden itibaren üreticiler, plastiğin ucuz, dayanıklı ve hafif yapısını göz önünde bulundurarak tek kullanımlık plastiklerin üretimini hızla artırdılar. Ancak bu ürünler, kısa süreli kullanımlarının ardından hızla atık haline geldi ve çevreye yayılmaya başladı. Bilim insanları, doğada yüzlerce yıl bozulmadan kalan bu atıkların yıkıcı etkilerini fark etti. Bu durum çevresel etkileri üzerine araştırmalara yöneldi.
1970’lerde, okyanus bilimci Charles Moore, okyanuslarda plastik kirliliğinin ilk geniş kapsamlı tespitini yaptı. Moore, Büyük Pasifik Çöp Girdabı olarak bilinen devasa plastik yığınını keşfederek, dünya kamuoyunun dikkatini bu soruna çekti. Onun gözlemleri, plastik kirliliğinin okyanuslardaki ekosistemi tehdit ettiğini ve devasa plastik yığınlarının deniz akıntılarıyla birikerek büyük kütleler oluşturduğunu gösterdi.
Bilim insanları, plastiklerin yalnızca fiziksel olarak çevreyi kirletmekle kalmadığını, aynı zamanda mikroplastik adı verilen küçük parçalara ayrılarak deniz canlılarının bünyesine girdiğini de fark etti. Marine Biology profesörü Richard Thompson, 2004 yılında mikroplastikler üzerine kapsamlı bir araştırma yürüttü ve mikroplastiklerin deniz canlıları tarafından yanlışlıkla tüketildiğini ortaya koydu. Bu küçük plastik parçalar, planktonlardan balıklara kadar çeşitli deniz canlılarının sindirim sistemine giriyor ve sonunda besin zincirine katılarak insan sağlığına kadar ulaşıyordu.
Plastik kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkileri
Son yıllarda, çevre ve sağlık bilimcileri plastik kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerini incelemek için çalışmalarını yoğunlaştırdı. Araştırmalar, deniz canlılarının bünyesindeki mikroplastiklerin ve plastik üzerindeki kimyasal bileşiklerin insanlar tarafından da tüketildiğini ve sağlık riskleri oluşturduğunu maalesef ortaya koydu. Örneğin, 2019’da yayınlanan bir çalışmada, bilim insanları insanların haftada ortalama bir kredi kartı büyüklüğünde mikroplastik tükettiğini belirledi. Bu durum, plastik kirliliğinin yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ciddi bir halk sağlığı sorununa dönüştüğünü gösterdi.
Plastiğin çevresel etkileriyle mücadelede çeşitli çevre kuruluşları ve devletler devreye girerek, tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması veya sınırlanması için çalışmalar başlattılar. Greenpeace ve WWF gibi sivil toplum kuruluşları, plastik kirliliğine karşı toplumsal bilinci artırmak için kampanyalar düzenlediler. Ülkeler, plastik kirliliğini azaltmak için geri dönüşüm ve atık yönetimi politikalarını güçlendirerek bu sorunu kontrol altına almaya çalıştı.
Geri Dönüşüm Çabaları ve Biyoplastik Alternatifleri
Plastiğin çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin fark edilmesiyle birlikte, geri dönüşüm ve sürdürülebilirlik üzerine çalışmalar hız kazandı. Geri dönüşüm teknolojilerindeki ilerlemeler, plastiğin yeniden kullanımı için yeni yollar sundu. Ancak plastik atıkların tamamının geri dönüştürülmesi henüz mümkün değil. Bu nedenle bilim insanları, biyoplastikler ve diğer yenilenebilir materyaller üzerinde çalışmalar yaparak doğada daha hızlı çözünebilen plastik alternatifleri geliştirmeye odaklandı.
Gelecekte Plastiğin Yeri
Gelecekte plastik, modern yaşamın bir parçası olarak varlığını sürdürecek olsa da, çevre üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için bilim insanları ve mühendisler daha sürdürülebilir üretim yöntemleri geliştirmeye odaklanıyor. 1980’lerin sonunda, çevre bilimci Michael Braungart ve kimya mühendisi William McDonough, “Cradle to Cradle” (Beşikten Beşiğe) adını verdikleri sürdürülebilir üretim yaklaşımını ortaya attılar. Bu kavram, üretim sürecinde kullanılan malzemelerin sürekli olarak geri dönüştürülebilmesini ve çevreye zarar vermeden kullanılmasını amaçlıyordu. Bu yaklaşımdan ilham alan birçok plastik üreticisi, doğada çözünebilen biyoplastiklerin geliştirilmesine odaklanarak sürdürülebilir alternatifler yaratmaya çalıştı.
Son yıllarda, özellikle biyoçözünür plastikler üzerine yapılan araştırmalar hız kazandı. Örneğin, 2016 yılında Japon bilim insanı Kohei Oda, PET plastikleri biyolojik olarak parçalayan bir bakteriyi keşfetti. Bu keşif, plastik atıkların çevreye zarar vermeden doğada daha hızlı çözünmesine olanak tanıyacak yeni biyolojik çözüm yollarının kapısını araladı. Oda’nın ekibi, plastiklerin doğada çözünmesini hızlandıran bu bakteriyi geliştirmek için genetik mühendislik çalışmaları yürüttü ve bu araştırmalar, plastik kirliliğini azaltmak için gelecekte kullanılabilecek büyük bir potansiyel sundu.
Ayrıca, mühendisler geri dönüşüm teknolojilerini geliştirerek plastiğin daha verimli bir şekilde yeniden kullanılabilmesini sağlamak için yoğun çaba harcıyor. Kimya şirketi Loop Industries, plastikleri moleküler seviyede geri dönüştürme teknolojisini geliştirdi ve bu yöntemle plastik atıkları tekrar yüksek kaliteli plastik ürünlere dönüştürebildi. Bu teknoloji, plastiğin kalitesini kaybetmeden defalarca geri dönüştürülebilmesine olanak sağlıyor ve böylece döngüsel bir ekonomi modeli yaratılmasına katkıda bulunuyor.
Plastikler yasaklanacak mı?
Uluslararası alanda, Avrupa Birliği, plastik kirliliğini azaltmak için 2021’de tek kullanımlık plastiklerin kullanımını yasaklayarak önemli bir adım attı. AB, biyoplastiklerin geliştirilmesi ve geri dönüştürülebilir plastiklerin kullanımını teşvik ederek çevre dostu çözümleri destekledi. Bu yasaklar, dünya çapında daha sürdürülebilir plastik tüketimi için bir model oluşturdu ve birçok ülkeyi benzer düzenlemeler yapmaya teşvik etti.
Gelecekte plastiğin sürdürülebilir bir şekilde varlığını sürdürmesi için çevre dostu çözümler ve geri dönüşüm teknolojileri büyük önem taşıyor. Plastik yolculuğumuz, kauçuğun doğaya uyumlu esnekliğinden, mikroplastiklerin yarattığı çevresel zorluklara kadar uzanan bir süreçte, insanlık olarak çevremize ve geleceğe karşı sorumluluklarımızı hatırlatıyor. Plastiğin Tarihçesi hakkında artık daha çok şey biliyorsunuz. 🙂
@tarihlibilim
7 comments